Kayıtlar

Huzurun Adresi/ Hacı Şeyh Camisi

Resim
  Hacı Şeyh Cami             Altın çamura düşse de kirletilse de altındır, değerinden bir şey kaybetmez. Bugün size altın gibi değerli ama değeri pek bilinmeyen bir yerden bahsedeceğim.       Telaşla öğle namazı vakti menzile erişmek için yola çıkıyoruz. Hafif virajları olan Rize – İspir yolunda ilerliyoruz. 1886 yılında tekke ve camii olarak yapılmış, Rize İkizdere Güneyce beldesinde bulunan “Hacı Şeyh Cami” nden bahsedeceğim. Cami İstanbul Kütüphane Müdürü Hacı Şeyh Osman Niyazi Efendi tarafından yaptırılmıştır.  Cami iki katlı olarak birinci katı kesme taştan, üst katı ise ahşaptan yapılmıştır. Kare planlı olan cami, alaturka kiremitli çatıya sahiptir .        Tarihi camiye toplu taşıma ile Güneyce dolmuşları ile gidilebilirken, özel araçla da gidilebilir. Ben özel aracımla gidiyorum. Rize-İspir karayolunda tünelleri geçtikten sonra, Güneyce tabelasıyla eski Rize-ispir yoluna dönüp dere kenarında yola devam ediyoruz. Güneyce’ye geldiğimizde bizi solda eski cami ve eski bir taş

Vicdan Neye Lazım

  Vicdan Neye Lazım Bir yaz günü, öğlen vakti, çocukluğumum büyük bir kısmını geçirdiğim şehrin, tarihi sokaklarında geziyorum. Çocuklarım ve ben. Heyecanla anlatıyorum onlara, gezdiğimiz sokaklarda geçen anılarımı. Attığım her adım, yeni bir hatıraya götürüyor beni. Her adımım, daha da yaklaştırıyor çocukluğumun kurak topraklarına. Sokaklar, binalar aynı, sadece insanlar değişmiş. Tanıdık bir yüz kalmamış sokaklarda. Gayemiz, yolda olmak. Adımlarımız bizi istemeden Eski Cami’nin yanındaki sokak köftecisine götürüyor. Köfteci, bir tezgâh ve iki masa ve çevrelerindeki taburelerden oluşuyor. Köfteci mangalını daha yeni yakıyor, ilk müşteri biz olmalıyız. Köftelerimizi, yaşlı bir amca getirdi. “Afiyet olsun” deyip yanımıza ilişiverdi. “Nasılsın Evladım” sözü; anılarımın kuytu odalarından bir kapı açtı. Gönülden gelen, aşina olduğum bir sesti. Geçmişe gittim. Pansiyona kaldığım günlere. Tanımıştım. Köfteci, altı yılımın geçtiği pansiyonumuzun her şeyi Kemal Amca’ydı. Ne zaman uyudu

Yönsüzler Mangası

  Yönsüzler Mangası Sıradan insanların görmediği duymadığı belki de görmeyi, duymayı istemediği acıların ortasındayız. Kimsenin aynı yerde bulunmaktan hoşlanmayacağı insanlarla aynı yerde aynı havayı teneffüs ediyoruz.             İsteyerek girilmeyen ve girilemeyecek olan hikayelere yasa gücüyle giriyor, izliyor, gözlüyor, kendimizi düşünmeden korunmadan koruyoruz.             İsteyerek giriyoruz ama girdiğimiz an da çıkmak için uğraşmaya başlıyoruz biz. Yönümüze biz karar veremiyor, görünmeyen bir gücün istediği yöne doğru yöneliyoruz. Git deseler de gitmek istemiyor, bahanelere sarılıyoruz.               Evet aciziz biz; ama acizliğimizi günbegün unutmuş gibi hatırlatılmasına maruz bırakılıyoruz.        Gün yüzü görmemiş sırlarla muhatabız. Ölümsüzlük iksirini bulmuş gibi saklıyor ve birbirimizin kulaklarına hep onu fısıldıyoruz biz. “Aramız da sır” Korunaklı bölgelerde korumak için nefessiz kalıyor, gündüzü gece, geceyi gündüz gibi yaşıyoruz biz. Mekânın kasveti ile boğulurken rüzg

Kuyu Şehir

Resim
  Atilla’nın   Atını Çalan Çocuk                İvan Replia                     Kuyu Şehir             İnsanın içine düştüğü çaresizliği ile mücadelesini, çevresiyle iletişimini, enfes benzetmeler ile anlatan, hemen başlayıp bitirecek kadar kısa, hayal ile gerçek arasında geçen, evlerimiz den çıkamadığımız bu günlerde okunacak bir kitap.  İspanyol yazar İvan Replia'nın "Atilla'nın Atını Çalan Çocuk" romanı bu hafta sonu okuduğum kitaplardan biriydi.              Romanda, i simlerini bilemediğimiz  “Büyük” ve “Küçük” iki kardeşin içinden çıkamadıkları bir kuyuya düşmesiyle başlıyor hikâye. İçinde bir insanın hayatını idame ettirecek hiçbir şeyin olmadığı, derin bir kuyu ve bu kuyudan kurtulma mücadelesine şahitlik ediyor okuyucu.             “Düşünde, kuyu şehir kadar büyüktür” Büyük ve Küçük kardeş için. Onlar için “Gün, rutin korku ve ümit dalgası içinde geçer”             İ nsanoğlunun çaresizlik karşısında vermiş olduğu mücadeleyi, destansı bir dille anl

An Gelir..

  An Gelir               An gelir, tefekkür denizine çivileme dalarsınız. Yüzmeyi bilmediğini unutarak.             Herkese, her olaya bir sözünüz vardır. Kim ve ne olduğunu ne dediğini dinlemeden.             Ormanın kralı gibi davranırsınız insanlara, doğaya. Acizliğini fark etmeyerek.             Nefes aldığın her anda yaptığın onlarca hatalara bakmadan, başkalarının zaaflarını sayar, muhakeme edersin. İzin alıp sormadan.             Her gün yeni bir yolculuğa çıkarsın. Maksadını belirlemeden, menzilini seçmeden. Her şeyden önemlisi dost edinmeden.             Herkese emirler yağdırırsınız. Doğruları ve yanlışlarının şeceresini tutarsınız, izinleri olmadan.             Gönüller kırarsınız, gönül yapmadan. Söz verir, sözünüzde durmazsınız, vaatte bulunur, vaadinde durmazsınız, unutarak.             Gölgenizle hasbihal eder, dert yanar ve kavga edersiniz. An gelir, gölgenizin kaybolacağını düşünmeden.             Hayaller kurarsınız, hayallerinize bile kimseyi dahi

Elbette Dokunuruz

Resim
  Elbette Dokunuruz “Gözlerinizi kapatın, yavaşça gelin, ağaca dokunun, sevin onu” sözleri geliverdi aklıma. Hayal ettim o anları. Ağaca dokunmamız, gülüşmeler, birbirimize yaptığımız şakalar.   Bu sözleri yıllar önce açık havada yapılan bir derste söylemişti Hocamız. Her ne zaman bir ağacın altında otursam bu sözler gelir aklıma. Yaptıklarımız karşısında yüzümde bir gülümseme belirir.   İnsanoğlu kendisine söylenen sözü tam olarak kavrayamadığını çıkarırım hep bu hatıramdan. Biz de bu söz karşısında güldük, dalga geçmeye yöneldik. Fakat  iyi niyetinden olsa gerek; Hocamızdan herhangi bir olumsuz bir tepki  görmedik.         Yıllar sonra dokunduğumuz o ağacı ziyarete gittiğimde,  dokunula dokunula, dokunulmazlık makamına ulaştığını gördüm. Kurumuştu.     Yaşadığımız şu salgın günlerinde fark ettim ki insanın insanla, kendisiyle ve çevresiyle ilişkilerinde dokunmanın büyülü bir yanı varmış. Dokunarak insan duygularını kolayca hissede biliyor, anlayıp, anlata biliyormuş. İletebiliyormu

Öykü, Çalmayın Kapımı

  Çalmayın Kapımı Çalmayın kapımı artık! Azıcık ta olsa beni bana bırakın!             Her ne hikmetse gülümseseler küfrettiler gibi anlıyorum. Var bugün bende bir şeylerde, ne olduğunu bende bilmiyorum. Aslında bende bir şey olmadığı günü hiç görmediniz. Boş değilim ben boşş. Teneke bağlasanız tıngırdatmam onu ben. Aramayın beni! Çalmayın kapımı!             Bu sinir benden sıkılıp, terk edinceye kadar, guguklu saat, saatin beş olduğunu söyleyesiye kadar kimse bana dokunmasın. Kırarım kalbinizi hiç istemesem de. Gelemezsiniz odama hem. Gelseniz de bensizliğimde boğulup gidersiniz. Her zaman böyle olmaz sadece bugün yalnız bırakın. Yaparsanız hem haksızlık etmiş olursunuz. Kalbiniz kırılır, üzülürsünüz. Sizi tekrar tekrar uyarıyorum. Yüksek gerilim hattı gibiyim bugün ben. Sağımdan, solumdan herhangi bir cephe hattımdan geçmeyin çarpılırsınız. Yanıma yaklaşırsanız, ne kadar savunmasız, çocuksu olduğumu anlarsınız hemen.             Mazeret bulmak için söylemiyorum. Sinirli gibi