Öykü, Yitik Küpeler

 

         Yitik Küpeler

            Eski bir otobüsün içinde yeni bir hayata çıkan bir gönlün tedirginliğiyle, içimde bir burukluk, geride bıraktıklarıma özlem, gözlerimden süzülen bir damla gözyaşı ile otobüse doğru yöneliyorum. Dudaklarım titriyor, ağlamamak için kendimi tutuyor ve gözyaşımı sağ elimin işaret parmağıyla siliyor, aynı anda da ağladığımı gören var mı diye çevremi göz ucuyla kontrol ediyorum. Cam kenarındaki koltuğa geçip, kapalı olan perdeleri açıyorum. Defalarca gezdiğim sokakları, çay evleri, lokantaları, gölgelerinde arkadaşlarımla muhabbetler ettiğim ağaçları ve bazı tanıdık insanları da seyrede seyrede yolculuğa başlıyorum. Yolculuğun başlamasıyla  yalnızlığıma gömülüyorum. Otobüste kimse tarafından fark edilmek istemiyor yalnız kalıp ayrılık hüznünü yaşamak istiyorum. Dudaklarımda dua, gözümde gözyaşı, dilimde sükûnet giysisi, kalabalıktayım ama yalnızım. Dışarıyı seyretmeyi istemeyerek te bıraktım, başımı koltuğa yasladım. Bu koltukta hangi  canlar geçti diye düşünmeye başladım. Annemin sarılışını, sımsıkı sarıldığında yanağıma değen gözyaşlarının kokusunu duymak istiyordum. Bu yüzden annemin gözyaşlarının değdiği yüzümü silmekten çekiniyor, o gözyaşlarının kokusunu duydukça çaresizliğimin sonlanacağını annemin dualarıyla yıkılmadan ayakta durabileceğimi düşünüyordum. Farkında olmadan dudaklarımı ısırıyor, gözyaşlarımın önüne setler çekiyordum. Elimi cebime attım  lalettayin patiskadan yapılmış mendili çıkardım, açmadan kokladım. Ciğerparem annem gibi kokuyordu. Mendili açtım iki altın küpeye baktım, baktım. Dokunamadım. Bunları kaybedince vücudumdan bir şeyin eksileceğini düşünerek, açtığım gibi mendili katlayıp cebime koydum. Mendil ve küpeler benim koruyucu meleklerim olacaklardı. Denize düşen yolcuların tutunduğu filikalar gibi benimde can simidim di onlar. 

            Bakışlarımı dışarıya çevirdim, binaların seyrekleşmesiyle şehirden çıktığımızı fark ettim. Otobüs hızlandıkça kendimin ait olduğu yerden, annemden uzaklaşıyor, kalbimin atışı hızlanıyor ve bilinmezlik boşluğuna doğru yolculuk ediyor gibiydim. Yarın üniversitede ilk günüm ama kalacak yerim belli değil. Sadece bir haftalık yetecek kadar otel ücreti ve annemin altın küpeleri var. Altın küpeleri benim bütün ısrarlarıma rağmen annem cebime koymuştu. Çaresiz kalmadan onları satmayı düşünmüyordum. Küpeleri annem ailemden kimseye göstermeden vermişti. Onun içinde çok önemliydi. Babamdan kalan tek hatıra diye söylerdi hep. Hem nasıl satarım ki annemin baba yadigârlarını, benim koruyucu meleklerimi. İçimde büyüyen belirsizliğin oluşturduğu büyük bir boşluk vardı. Olsun da! Ben ailemin üniversitede okuyan ilk çocuğu olacaktım. Annemin “ Oğlum sen üzülme Allah yardımcın olur, Allah’ım oğluma yardım et!” duasını birde baba yadigârı küpelerini almıştım yanıma.

            Gözüme çeltik tarlasında uçuşan kuşlar, tarlayı sulamaya çalışan bir kaç kişi ve sol tarafıma baktığımda da bir ay para biriktirmek için hamallık yaptığım yem fabrikası ilişti. Fabrikayı görünce belimin ağrıdığı, saçlarımın tozlandığı, aralarda gölgesinde dinlendiğim elma ağacı ve terimi yıkadığım çeşme gözlerimin önüne geldi. Anılar, çağrışımlar gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti. Zordu, ama gerekliydi. Çünkü üniversite okumak istiyordum. Artık o günler geride kalmış ben ise bilinmezlik yolculuğuna çıkmıştım. Ailem geride kaldı ama sevgileri gönlümün en muhkem yerindeydi. Zaten annemin küpeleri de cebimdeydi. Binaların çoğalmasıyla yolculuğumuzun ilk durak noktasına geldiğimizi anladım. Muavinin “ on dakika mola vereceğiz kimse ayrılmasın!” sesiyle otobüsten indim. Yürüyordum ama üzerimdeki ayrılık ve belirsizlik ağırlığını taşıyamıyordum. Yüküm ağırdı hemen bankın kenarına oturdum. Otobüslere koştururcasına gidenler, inenler, bavullarıyla, çocuklarıyla gelenler, muavinleri, çay satıcılarını, simitçileri izledim. Aç değildim, yolda acıkırsın diye annemin sıkı sıkı tembihleriyle tıka basa yemiştim. Sıcak simidin kokusunu duysam da, canım istese de almadım. Sağ cebimdeki kabarıklığı fark ettim. Mendile sarılı altın küpeler vardı orda. İlk defa bu kadar değerli bir şey taşıyordum. Birisi görür ve çalar  düşüncesiyle onu oradan alıp koynuma koydum. Şimdi annem yanımda değildi ama kalbime yakındı ve onun kokusuyla yolculuk yapıyordum.

            Şimdi otobüs tamamen dolmuştu. Benim yanımdaki koltuğa da bir amca oturmuştu. Ter kokuyordu. Hiç rahatsız olmadım. Ceketinin yakaları kirden rengi değişmişti, yılların yorgunluğunu taşıyordu sanki. Benden “cam kenarına oturabilir miyim? Delikanlı” diye izin istedi. Benim koltuğum olmasına rağmen hiç ikiletmeden verdim yerimi. Artık seyredeceğim belki de sığınabileceğim manzarada kalmamıştı. Amca ile birkaç dakika sohbet ettik. Hastanede yatan eşini ziyarete gittiğini, eşinin hastalığını, çaresizliğini anlattı. Ben konuşmak istemiyordum. Sorularını evet hayır gibi kısa cevaplar ile geçiştiriyordum. Amca da bunun farkına vardı ve benimle sohbet etmeyi bıraktı. Şimdi yine yalnızlığıma gömüldüm. Uyur gibi gözlerimi kapadım hayallere daldım. Annemin sımsıkı sarılırken yanağıma bıraktığı gözyaşını hissettim. O gözyaşının beni hiç bir zaman yalnız bırakmayacağını düşündüm. Anne ben öğretmen olacağım dediğimde yüzündeki gururu, sevinci bana güç veriyordu. Sadece annemi sevindirmek için olsa bile okulu bitirip öğretmen olmalıyım diyordum. Kulaklarından küpelerini çıkarıp zorla cebime koyuşu hiç belleğimden çıkmıyordu. Biliyordum altın küpeleri satsam parasıyla en fazla iki üç hafta idare olabilirdim. Ama satmayı hiç düşünmüyordum. Bir şekilde onları satmadan hayatımı düzene koymak istiyordum.

            Ön koltukta oturan teyzelerinin gelinleri ve kızları hakkında yüksek sesle yaptıkları muhabbeti duyuyor ama  onları duyarak rahatsız olacak kadar düşüncelerim dem kurtulamıyordum.  Ara sıra mendili yoklayıp yerinde mi diye kontrol ediyordum. Artık herkes uzaktaydı. Sadece annemin küpeleri ve gözyaşı benimleydi. Ne zamanlardı. Ders çalışırken odama girip “daha sen yatmadın mı? Hadi yat! yarın çalışırsın. Yarın erken kalkacaksın” , bazen de herkes yattıktan sonra gündüz senin için topladım diye topladığı meyveleri getirişi, uykun gelir diye bana süzme çay yapışını hayal ediyorum. Artık hayal ediyorum. Önceki gibi uzaklara gidiyorum. Annem beni diğer kardeşlerimden daha farklı sever bu durumdan onlarda rahatsız olurdu. Ben biliyorum ki beni daha fazla sevmiyor lakin daha on iki yaşında ondan ayrılıp parasız yatılı okumaya gittiğimden beri, beni farklı seviyor. Ben ayrılığa alışkınım ama ilk defa bu kadar ayrılık acısını hissettim. Daha büyük bir şehire gidiyor ve kalacağım yer bile belli değildi. Annem babama çocuk orda tek başına ne yapacak sen de git kalacak bir yer buluver ısrarlarına rağmen, babamın “kocaman adam oldu kendisi ayarlasın ben cahil bir adamım” sözüne çok içerlemiş hatta küçük bir tartışma yaşamışlardı. Babamın bana güvenmesi bana da güven vermişti. “Anne hallederim ben, bulurum kalacak bir yer” diye onu teskin etmiştim, ama içimde ya bulmazsam korkusu hiç çıkmıyordu.

            Otobüsteki bütün yolcuların dikkati önlerdeki bir çocuğun ağlamasına odaklandı. Çevresindeki bütün kadınlar, çocuğun annesine böyle yap, şöyle yap diye bir şeyler söylüyor ama o da çocuğunu susturamamanın utancıyla telaşlanıyordu. Otobüsümüz ikinci molasını yolumuzun üzerindeki büyük şehrin otobüs terminalinde verdi. Bu defa mola yarım saatti. Otobüsten indim, dolaşmaya başladım. Burası daha kalabalık ve insanlar daha telaşlıydı. Hava çok sıcak ve bunaltıcıydı. Çeşmede yüzümü yıkayıp ferahlamak istedim ama annemin gözyaşı silinir diye  sadece elimi yıkamakla yetindim. Hediyelik eşya dükkânlarını, gazete bayilerini dolaştım. Muavinin “Eskişehir yolcuları kalmasın!” sözüyle otobüse bindim. Ön koltukta gelin ve kızlarını çekiştiren teyzeler inmiş onların yerine de iki kız binmişti. Onların da üniversite okumaya gittiğini düşündüm.

            Yolculuğun kalan bölümünde uyumuşum. Otobüs terminale girerken uyandım. Bütün yolcular hareketlenmişti. Bende hemen bavulumu aldım, kayıt için geldiğimden sanki yabancılık çekmemişçesine hemen kalacak bir otel aramaya koyuldum. Güneşin sıcaklığı kayboluyor, karanlık bastırıyor gün dönüyordu. Eski üç yıldızlı bir otelde bir haftalık kalmak için anlaştım. Cebimdeki paranın yarısını otel ücreti olarak peşin olarak verdim. Şimdi küçük bir otel odasındayım. Küçük bir tek kişilik yatak ve şıp şıp şıp damlayan bir lavabo ve küçük bir sehpa, sehpanın üzerinde bir gece lambası ve küçük bir plastik masa... Mendilimi yavaşça çıkarıp masanın üzerine koydum. Çantamı açtım annemin yolda yersin diye yaptığı börekleri çıkardım ve bir kaç tanesini yedim. Yatağıma uzandım. Kendimi dinlemeye başladım ve gözlerimi yumdum. Koridordan geçen müşterilerin ayak sesleri ve yan odadan gelen çocuk ağlayışları, bağıra bağıra edilen muhabbetler, sarhoş naraları beni uyutmuyor belki de uyumak istemiyordum. Gürültüleri duydukça başka bir hayata, bir başka zamana dokunduğumu fark ediyor, gözlerimi açıyordum. Sadece buğulanmış ayna ve lavaboya damlayan suyun sesi ve yoldan geçen arabaların gürültüleri.

            Sabah ezanına kadar odamdan hiç çıkmadım. Her günkü gibi sabah ezanıyla uyandım. Abdest alıp otelin hemen karşısındaki camiye gittim. Cami de benimle birlikte üç kişi vardı. Onlarla birlikte namazı kıldım. Hızlıca çıkmak istiyordum. Çünkü annemin küpelerini otelde unutmuşum. Acele ile çıkarken imamın “ ne oldu? Delikanlı acelen mi var ?” sözüyle yavaşladım ve ona döndüm. İmam sabah namazına hiç genç gelmez diye benimle tanışmak istiyordu muhakkak. Cami bahçesinde ki banklarda imam ve cemaatiyle biraz sohbet ettik. Onlara öğrenci olduğumu, otelde kaldığımı, kalacak yer aradığımı anlattım. Annemin duası gerçekleşmişti. Cemaatin birisi üniversite öğrencilerinin kaldığı devlet yurdunun yöneticiymiş, yerini tarif etti ve öğleden sonra yurtta onu ziyaret etmemi belki yurdu ayarlayabileceğini söyledi. Bütün bunlardan sonra heyecanlanmış, sabah saatinde anneme haber vermek istemiştim. Otele geldim resepsiyon görevlisine telefon kulübesinin nerde olduğunu soracaktım ama uyuyordu. Çıktım telefon kulübesi aramaya. Birinci sokak, ikinci sokak geziyorum ama telefon kulübesini bulamıyordum. Şehir hareketlenmeye başlamış, yoldan geçenler kalabalıklaşmaya başlamıştı. Neden sonra sora sora postaneyi buldum. Annemi aradım, sesini duydum, işimi hallettiğimi merak etmemişini söyledim. Nasıl hallettin diye sordu ama jetonum bittiğinden cevap veremedim. İçimdeki sıkıntı biraz da olsa ferahlamıştı. Bir simit aldım yiye yiye otele dönmeye niyetlendim. Annemin küpelerini otelde unuttuğumu hatırladım. Adımlarımı hızlandırdım.

            Otel ile postane arası yaklaşık beş kilometre kadardı. Otele vardığımda herkes uyanmış, oteldekiler de yavaş yavaş çıkmaya hazırlanıyorlardı. Resepsiyon görevlisi bir gece daha kalacak mısın diye sordu. Bende çıkacağım söyledim ama ya yurdu ayarlayamazsam diye içinde koskocaman bir endişe vardı. Temizlik görevlisinin odaları temizlediğini gördüm. Telaşlandım. Hızlıca odama girdim. Masada mendilim yoktu. Hemen temizlik görevlisine sordum. Çöp olduğunu düşünerek, çöpe attığını ve çöpü de dışarıya boşalttığını söyledi. Heyecanlanmıştım. Mendilim ne yaptın diye bağırdım. Kadın “oğlum ne yapacam ben senin sümüklü mendilini!” diye cevap verdi. Hızlıca dışarıya çöpe gittim, ama çöp boştu. Yıkılmıştım daha ilk günde annemin baba yadigârı küpelerini kaybetmiştim. Ne derdim ona, ne diyecektim kendime, odamda masaya oturdum. Titriyorum, ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Tutmadım kendimi. Gözümden yaşlar süzüldü, annemin gözyaşının değdiği yerleri gözyaşlarımla yıkadım hem “gözyaşını sadece gözyaşı temizler” demezler miydi? Ağladım, ağladım hem de erkek adam hiç ağlar mı diye hiç düşünmeden ağladım.   

 

           

                        

                   

                           

 


Yorumlar

  1. Üstadım, kaleminize sağlık. Bu hikayenin devamını bekliyoruz. Odaya dönüldüğünde mendil ve içindeki küpeleri bulmak için çaba gösterildi mi? Oda görevlisinden şüphe duyuldu mu? Çöplerin döküldüğü yere gidilip mendil arandı mı? Bu konulara cevap veren Yitik Küpeler 2'yi bekliyoruz. Teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. Teşekkürler de yeniden annaler günü gelmesi lazım🙂

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Huzurun Adresi/ Hacı Şeyh Camisi

Vicdan Neye Lazım